Şirketle Kurulan Bağ

“Bir şirket sadece kazançlara bağlı kalarak değil, değerlere ve insanlara da önem vererek yönetildiği takdirde kendisini meydana getiren tutkuyu ve şahsiyeti kaybetmeden büyüyebilir”. Bu cümle hem Howard Schultz’un son olarak aldığım ‘Starbucks Gönlünü İşe Vermek’ başlıklı kitabını elimden düşürmeden bitirmeme hem de bu yazıyı yazmama ilham kaynağı oldu.

Şirketle çalışanlar arasında kurulan duygusal bağ ve çalışanlarla geliştirilen güven ortamı şirketlerin geleceğinin ile büyümesinin teminatı ve kaynağıdır.

Şirketler ile çalışanlar arasında olduğu kadar sanatçılar ile toplum arasında da böyle bir bağ vardır. Fakat 90’lar öncesinde sanatçı ve toplum arasında daha güçlü olan bu bağın, bugünlerde eskisi kadar güçlü olmadığını hissediyoruz. Ülkemizde 1960’lardan 1990’lara kadar birbirinden güzel albümler yapan gruplar, bu son 10 -15 yılda toplumla arasında kurduğu güçlü bağı bugün neden devam ettiremiyor? Neden zaman geçtikçe birikim ve deneyimleri artmasına rağmen, toplumu etkileyen yeni albümler çıkarma tarafında aynı üretkenliği sergileyemiyorlar? Benzer bir durum batı toplumlarında da mevcut. 1930’lu yıllardan başlayarak 1990’ların sonuna kadar bir çok ünlü sanatçının tüm dünya vatandaşları ile kurdukları duygusal bağı görmekte neden bugün zorlanıyoruz?

Bunun nedenlerinden biri bu bağı oluşturan duyguların kaybolmaya başlaması.

Duygu ve akıl her işte yer alan, birbirlerini dengeleyici ortak kavramlardır. Her işte biraz duygu biraz akıl vardır. Duygunun ağırlığının arttığı bir uçta sanata, sadece aklın öncellendiği diğer uçta ise matematiğe doğru yöneliş başlar. Hayat duygu ve aklın dengelenmesiyle akıp gider.

Starbucks’ın, diğer birçok şirketin, toplumda iz bırakmış sanatçıların,... başarılarının arka planında bu duygusal bağın kurulmasının önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum.

Çalışanları ortak bir amacı gerçekleştirme yolunda önemli bir paydaş olarak görmek yerine denetim altında tutulan bir üretim kalemi olarak görmek, duygusal bağı zedeleyen konulardan biri.  Dinleyicileri yeni albüme para bağlayacak bir gelir kalemi gibi görmek. Bu da hem sanatı hem de şirketler için uzun vadeli başarıyı olumsuz etkileyen bir konu.

Bu konuyu analiz edebilmek için ‘şirketi nedir?’i anlamak gerekir. Bunu en iyi anlatmayı becerebilenlerden biri de Sapiens’in yazarı Noah Harari. Harari şirketi Peugeot örneğini vererek anlattığı yazısının bir bölümünde aşağıdaki saptamalarda bulunuyor.

“...Dünyadaki tüm Peugeot marka araçlar aynı anda hurdaya ayrılıp metal hâline getirilse bile, Peugeot SA ortadan kalkmazdı, yeni arabalar üretip yıllık raporlar yayınlamaya devam ederdi. Şirket fabrikalara, makine parklarına, galerilere sahip ve bünyesinde tamirciler, muhasebeciler ve sekreterler istihdam ediyor, fakat tüm bunlar da Peugeot’yu oluşturmuyor. Bir felaket, Peugeot’nun tüm çalışanlarını öldürebilir ve fabrikanın idari ofislerini ve üretim bantlarını yok edebilir. Bu durumda bile, şirket borç alabilir, yeni çalışanlar işe alabilir, yeni fabrikalar inşa edebilir ve yeni makineler satın alabilir. Peugeot’nun yöneticileri ve hissedarları da var, ancak bunlar da şirketi oluşturmazlar. Tüm yöneticiler işten çıkarılabilir ve tüm hisseler satılabilir, ama şirket bu durumda da var olmaya devam edecektir.

Tüm bunlar Peugeot SA’nın yenilmez veya ölümsüz olduğu anlamına gelmiyor elbette. Bir yargıç şirketin kapanması yönünde karar verirse, şirketin fabrikaları, işçileri, muhasebecileri, yöneticileri ve hissedarları yerlerinde kalırlar, ama Peugeot SA o anda ortadan kalkar. Kısacası, Peugeot SA’nın fiziksel dünyayla temel bir bağı yoktur. Peki şirket gerçekten var mıdır?

Peugeot SA bizim kolektif hayal gücümüzün ürünüdür. Avukatlar buna “yasal kurgu” adını verirler. Elle gösterilemez, fiziksel bir nesne değildir. Ancak hukuki bir varlık olarak vardır. Tıpkı sizin veya benim gibi, faaliyet gösterdiği ülkenin yasalarına bağlıdır. Bankada hesap açabilir ve mal mülk edinebilir. Vergi öder, bünyesinde çalışanlar veya sahipleri tarafından dava edilebilir...”

Peugeot SA duyguları olan bir kişilik değil. Peki bir yasal kurgu olan şirketle çalışanlar arasında nasıl bir duygusal bağ ve ortak bir kültür oluşturulabiliyor? Binlerce yıl  şirketler olmadan yaşayan bizler için şirketler nasıl ve neden bu kadar önemli hale geldi?

Sürdürülebilir büyüme ve başarı için şirketler çalışanları ile nasıl bir bağ oluşturmalılar?

İnsanlar genellikle kişilere değil, masalara saygı duyarlar. Masaya duyulan saygıda da, duygu olmaz. Yönetime olan inanca, birlikteliğe ve beraber başarma arzusuna duyulan saygı bu bağın oluşmasının temel yapı taşlarından biridir.

Howard Schultz diyor ki “Bir şirketin başarısı geçmişte değil, gelecekte yatar”.

Şirketlerin geleceği de şirketi meydana getiren tutku ve şahsiyet korunabildiği, çalışanın kendisini bir parçası gibi hissedebileceği şirketle duygusal bağ kurabildiği ölçüde parlak olur. Elbette aklın yolundan sapmadan.

Etiketler: doruk, özcan, şirket, bağ ,doruk, özcan, şirket, bağ ,

Yorumlar